ne kadar da gelişmiş bir medeniyet(!) evrenin temel kuvvetlerini kavrayıp bu yasalar çerçevesinde devasa yapılar yapmanın sırlarını biliyor, kendi ürettiği saniyede katrilyon kez işlem yapabilen küçücük işlemcilerin işleyişini biliyor ama hemen boynunun üzerinde taşıdığı, kendi varlığının bilincinde olup kendini sorgulayabilen 1.5 kg’lık et parçasının sırlarını ve işleyişini hala yeteri kadar bilmiyor. yüz milyonlarca kilometre uzaktaki marsa araç gönderip aya ayak basabiliyor ama hala daha kendi evinin derin sularında ne olup bittiğini bilmiyor.
bilmiyor daha doğrusu bilmiyoruz çünkü medeniyetimiz hala daha emekleme aşamasında. geçmişimize göre çok ilerleme kaydettik ama referansımızı geçmişte neydik ne olduktan çıkarıp daha rasyonel verilere kaydırdığımızda, mesela referansı insanlık olarak üretebildiğimiz enerji kapasitesi yaptığımızda, maalesef tip 5’e kadar uyarlanan kardeşev’in ölçeğinde tip 1 medeniyet seviyesinde bile değiliz. bu durum bize insanlık olarak keşfedecek, öğrenecek çok şeyimiz olduğunu anlatıyor.
ama bu yazıda değinmek istediğim asıl sorun bilmiyor oluşumuz değil. asıl sorun hakikati bildiğimizden emin olamıyor oluşumuz yani bilemiyor oluşumuz.
lao tzu’dan çok sevdiğim bir alıntıyla konuya derinlemesine dalsam nasıl olur ?
“bir gün rüyamda kelebek olduğumu gördüm. o kadar gerçekçiydi ki artık rüyasında kelebek olduğunu gören bir insan mıyım, yoksa insan olduğunu gören bir kelebek miyim bilemiyorum.”
kim bana aslında şu anda rüyasında kendini insan olarak gören bir kelebek olmadığını ispat edebilir ? yüzüne atılan tokadı gerçekçi bir şekilde hissetmek, geçmiş anılarını düşünüp her şeyin çok gerçek(çi) olduğunu söylemek gerçekten de rüyada olmadığımıza bir kanıt mıdır ? hayır, elbette değildir. çünkü hakikati bilmediğimiz gibi hakikatin işleyiş koşullarını da bilmiyoruz. belki de tokat yenildiğinde rüyadan çıkma durumu sadece bir hollywood efekttir ve tokatlandığımızda rüya içinde olmanın mekaniklere göre rüya görmeye devam edebiliyoruzdur.
bir çeşit truman show içinde olup olmadığımızı, bizden üstün bir yaşam formunun fen ödevi olup olmadığımızı, algılarımızın ürettiği sinyallerin gerçeği anlatıp anlatmadığını, insan tarlarında gerçek bedenlerimizin ürettiği biyoenerjinin makine(ler) tarafından sömürülürken bizim ise zihinlerimizin kabul edebileceği bir çeşit simülasyona -the matrix- bağlanıp bağlanmadığını ve daha sonsuz olasılığın hakikat olup olamayacağını bilemiyoruz, emin olamıyoruz.
peki gerçeği nasıl bilebileceğiz ?
bilemeyeceğiz. bilemeyeceğiz. bilemeyeceğiz.
bilemeyeceğiz çünkü işin doğası gereği bilmek için kullandığımız algılarımızın ne kadar güvenilir olduğunu bilmiyoruz, bilemiyoruz. bildiğimizi sandığımız her şeyin yanında hep bir şüphe tomurcuğu filizlendirmek mümkün. milyar üstü milyar insan da hemfikir olsa, teknolojide çok ilerleyip tip 5 medeniyette olsak hiçbir zaman tam anlamıyla bizim yeşil dediğimiz rengin “gerçekte” yeşil olarak algıladığımız renk mi yoksa başka bir renk mi olduğunu bilemeyeceğiz. sadece “kendi gerçekliğimizde” tutarlı bir şey biliyor olacağız: insanların hepsinin bu cümlenin yeşille yazıldığı konusunda hemfikir olduğunu.
bu kadar septisizm içinde nasıl hayata tutunacağız peki ?
inanarak. hakikat olmasını istediğimiz şeyin hakikat olduğuna dair bir inanç sistemi kuracağız -veya hazır olarak kurulmuş olanlardan alacağız- ve ona inanacağız. çünkü inanmadan veya her şeyden şüphe duyaraktan bir insanın hayatta kalma şansı yok. o nedenle ben ateist insanlara doğrudan inançsız, agnostik insanlara ise şüpheci denmesini doğru bulmuyorum. insan tanrı inancı olmadan pekâlâ yaşayabilirken hiçbir inancı olmadan veya hayattaki her şeye septik bakarak yaşayabilmesi mümkün olamaz.
agnostikler ve ateistler de hayatta kalmak için içten içe bir şeylerin kuşku götürmez hakikat olduğuna inanmak zorunda. mesela, bir müslüman’ın ahiret inancı vardır ve bu inançtan dolayı -eğer bu fani dünyada iyilik yapıp kendi ecelimle ölürsem ahir dünyada sonsuz bir cennet içinde olurum- bu dünyaya daha iyi tutunur. bir ateistin ise ahiret inancı yokken onu hayatta tutacak başka inançlara içten içe sahiptir. mesela, eğer çok çalışıp zengin olursam bu fani dünyada cenneti yaşayabilirim inancı onu bu dünyaya bağlayabilir. bu ateistin sahip olduğu; çalışkanlık yol açar paraya, para ise mutluluk getirir inancını ondan söküp alıp yerine baban zengin değilse zenginlik yani mutluluk bekleme gibi hakikat olmasını istemeyeceği bir inancı koyarsak kesinlikle ateist şahıs daha depresif, daha intihara meyilli bir kişi olmuş olacak ve belki de bunun gibi farklı inanç eksikliklerinin veya ideal olmayan inançlardan ötürü hayata tutunamayacak. çünkü onda bir nevi ahiret inancının pragmatikliğini dolduran ve olmasını istediği, idealize ettiği inanç sistemini aldınız ve onu hayata bağlayabilecek bir inancı kalmadı.
inanç yaratmak, inançların irrasyonel olması gibi sayısız alt konuyu başka bir sayfada ele almam gerektiğini fark ettim. ben şimdilik bu paragrafı üzücü ve vurucu bir atasözü olan umut/inanç fakirin ekmek teknesidir diyerekten bitireyim.
to sum up¹ bizler diğer bütün olasılıklar gibi ortalama 70 dünya yılı boyunca homo sapiens sapiens olduğu rüyasını gören kelebekler olabiliriz ve hiçbir delil bunun tam tersini %100 oranında çürütemez, çürütemeyecek. ama eğer “gerçekte” kelebek olma düşüncesi sizi çok korkutuyorsa ve hayata da tutunmak istiyorsanız benim yaptığımı yapabilirsiniz: evet “gerçekte” bir kelebek olabilirim ama ben insan olduğuma inanmak istiyorum.